27 Aralık 2010 Pazartesi

Her zaman klişelerin birbirini kovaladığı bir yeni yıl haftasına daha girdik. Teşbihte kusur var mı emin değilim ama eski yılın son haftası demeye gönlüm el vermedi. Şayet TWITTER kullanıcısı isen sen de benim gibi bıkmışsındır son hafta muabbetinden.

"Seneye görüşürüz" klasiğinden sonra artan teknoloji ile birlikte yeni türev "Son pazartesi, 2010'un son haftası, 2010'a 5 kala" gibi tweetler. Yeni bir yıla girmeyi bu kadar abartmak ne derece doğru bilemiyorum ama evet ben de yeniyıl gecesi deli gibi planı olan ve köpek gibi içecek olanlardan biriyim. Ama klişeleri bu yıl tekme tokat yardımı ile def etme kararım kesin.

Bilinen yeni yıl klasikleri kırmızı dondur, Migros'tan alınmış çam ağacı ve yine aynı yerden yılbaşı sepeti. Yılbaşı sepeti aslında benim en sevdiğimdi. İçinde viski olur, toblerone olur, mısır veya patates cipsi olur, bir iki bira carlsberg falan olur. Yani ayrı ayrı toparlamak yerine gidip bir migros ile yeniyıla hazırlanabilirsin. Ama dedim ya klişeleri def ediyorum bu yıl. Sepet yok. Ağaç yok. Don yok. Tombala zaten yok. Televizyon da dansöz izlemek yok. İbrahim Tatlıses ya da Ferhat Göçer'e katlanmak yok...

Dünya'nın Güneş etrafındaki tam bir tur dönüşünü bu kadar kutlamak, astrolojik açıdan bakıldığına komik ve saçma bir durum. "Ay hindi mi" diye iğrenip yılboyunca yemediğin hayvanın içine 31 Aralık gecesi pirinç tıkmanın luzumu ne dimi şimdi?

13 Temmuz 2010 Salı

Bazı bayan arkadaşlarda bir özellik keşfettim ki akıllara zarar. Kendisiyle ilgilenilmediğini düşündüğünde sorun çıkarmak. İstedikleri zaman da bunu ustalıkla yapmaları beni bende alır bir halde.

Geçtiğimiz günlerde dikkatimi çeken bu konu ile savaşmak için boyalarımı sürdüm. Soruna çözüm üretmek değil tabiki tekniğim, daha büyüğünü çıkarmak... Nihahahaha Öhmm... Evet. Her ne kadar aşağılık bir davranış gibi hissettirse de bana işe yarıyor. Örnek bir diyalogla açıkliyorum... Kız ilgilenmenizi istiyor açık ve belli ama bunun için sorun çıkarıyor ve şöyle...

- Aşkoooooom (iğrenç dimi :)
- Efendim Bebeğim?
- Bu gün bütün arkadaşlarımla kavga ettim hiç birisiyle konuşmicam artık yanlız kaldım. Bi tek sen varsın artık yanımda... Ama ya sende gidersen beni yalnız bırakırsan?
- Bebeğim bende sana bunu sölicektim babam ve annemle kavga ettim bende yarın evde taşınıyorum...
- Aaaa nasıl yani?

Bingo! Şaşırdı şok oldu hemen seni soracak ne yapacaksın nasıl olacak diye merak edecek YES! Taktik bu beyler gerçekten işe yaradığını söylemek isterim. Örnek çok basit. Bayan arkadaşlarımız daha büyük sorunlar çıkaracaklardır elbette ama onlar için daha büyük sorunlar çıkarın. Burda tabi şöyle bir şey de var. Eğer gerçekten sorunu varsa ve bununla baş etmezseniz kaybedersiniz. Burda zekanıza güveniyorum. Sorunu ne için anlattığı ile ilgili ayrımcı olun. Eğer ilgisiz bir günün ardından size sorunla geliyorsa daha büyüğünü çıakrın. Ama baktınız soğuk, sessiz, üzgün ve durgun duruyor. İlgilenin. Onu dünyanın en iyisiymiş gibi, herşeyi başarıacakmış ve bunu yaparken yanında olacakmışsınızı verin. Sorunsuz ve düzgün bir ilişki için bunu yap oğlum. Bana hak vereceksin :) Hadi Kaçtım ÇAV

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Elindeki kırık cam parçasından damlıyordu kanlar toprağa doğru. Ve o diz çökmüş karşıdan gelen ışığı kesmeye çalışıyordu tek eliyle. Gözleri artık bulanık zar zor seçerken etrafı, aşkı öldürdü diye kim gelecek yargılamaya diye merak ediyordu. Evet biraz önce aşkı hunharca katletmiş bir adamdan bahsediyoruz. Elindeki cam parçası ile onu defalarca darp etmişti. Şimdi sıkı sıkı tuttuğundan kestiği eline aldırmadan karşıdan gelen ışığı bekliyordu. Beklemeyi sevmez adam, dayanamaz yenilgiye. Bu yüzden saldırdı aşka kendi elleriyle. Her insanın aşkı kalbindedir diye vurdu defalarca camla kalbine kalbine. Şimdi ışık iyice yaklaştığında bacaklarından yukarı bir soğukluk çıkıyordu. Buna da dayanamayıp son bir kez daha vurdu kalbine... Yüz üstü düşüpte verirken son nefesini ağzından şunlar döküldü...


"Seni değil, aşkı değil, sadece kendimi öldürerek yendim aşkı. Ve bu benim kazandığım en büyük zafer. Evet ben aşkı öldürdüm. Hemde yerde bulduğum kırık bir cam parçası ile. Bu kadar basit!"
sert görünmek içindi sırf
içtiğim sade, kapkara kahve
yanında güç gösterisi için
yaktığım sigara...
ve acılığından içemediğim kahvemi
biraz yumuşatsın diye attığım onlarca kesmeşeker...

duygular devinimlerle eşitmiş meğersem
sana sert görünmek için uğraştığım o kadar zaman
güç gösterileri yapmak için başvurduğum yalanlar
ve aslında hiçte iyi gitmeyen aramızı harikaymış gibi
göstermek için aşkımıza attığım hayaller

bu gün bir kahve içerken bile seni hatırlıyorum hala
bu gün bir yağmurda,yolda, kaldırım taşlarında
bu gün güneşte ayda lanet olsun
bu gün her yerde sen varsın sadece
kalbimden çıkmıyorsun buna dayanıyorum da
aklımdan çıksan ne olur ki sanki...

6 Temmuz 2010 Salı

Evet başlıktan anlaşılacağı gibitripcan sevgili modeline giydireceğim azıcık. Yıllardır muzdarip olduğum bir konudur. Bir çok kız arkadaşımla bu sorunu yaşamış ve kavgalar etmişimdir.

Tripcan ilk evrede kendini inceden göstermeye başlar. Önce önemli konulara trip atar. Saçmalamaz. "Telefonu açmadın, suyu ayağıma döktün, gece mutfağın ışığını açık unutup uyumuşsun demek bensiz yemek yediin" gibi triplere daha geçilmemiştir. Gece aramanı bekler aramazsın uyuya kalırsın falan sabah kalktığında hayatının en zor günü seni bekliyordur. Bitmişsindir artık. Karşındaki bir bayandır oğlum ve bir şeyi açıklaman deli gibi zordur. O bildiğini okuyacaktır. Kafada programlıyor şimdi. "Bzzttt beni aramadı trip atmalıyım zztt bzzt "

Tripcanın ikinci evresi daha da bir sorunludur. Ne olduğunu çözemezsiniz çünkü. 10 saniye önce trip atar yüzünüze bakmaz, 10 saniye sonra gelir "aşkım hadi soslu makarna yapalım senin sevdiğinden" diye girer olaya. Sen eblek gibi kalırsın, o seni elinden tutup mutfağa götürür. Attığı tribin önemsizliğini bilir ama yine çektirir acımaz. En basitinden yola yürürken biraz hızlı yürüsen  "sen beni yormaya çalışıosun dimi. Benim bacaklarım kısa  ya onu söyleyeceksin zemin hazırlıyorsun dimi" 

Tripcanın 3. ve son evresinde artık herşey laçkalaşmıştır. Sanki 30 gün adet sancısı çekiyor gibi zordur. Bir gece önce onu dışarı çıkaracağınızı söylersiniz. Eve yorgun gelip "aşkım gel film izleyelim yarın çıkarız" dersiniz ve gayet normal karşılar. "Tabi tabi dinlen" falan bile der hatta. Bu iyilik nereden geliyor acaba ölecek mi falan olursunuz. Ertesi akşam eve gelip hadi çıkalım dersiniz ve o cevap kaçınılmazdır. "Yok ya yorgunsundur otur film izleyelim. Hemde en sıkıcısını a. hemen uyuya kalalım bu gün cumartesi olsa ne olur Herkes ortaköy'de diye bizde olmak zorunda değiliz gel otur." Şoklardan şoklar beğen. Dün burada oturup sana anlayışla cümleler sarfeden kız uçtu gitti abi! Ne diyeceğinizi bilemezsiniz. Ama gecenin sonunda ne olur biliyor musun? Üzerine en şık kıyafetini giyer gelir sanada birşeyler hazırlamış ütülemiştir. Yanına koyar "makyaj yapana kadar hazır olursun umarım" der ve yatak odasına gider. Kafan gel gitten ambale olmuştur ama sonuçta o akşam çıkarsın. 3. evre dünyanın en gereksiz trip evresidir ve zordur...

Bunları kategorilere ayırmak istemezdim çünkü hali hazırda trip kavramı nefret ettiğim olaylardandır. Öyle ağır tripler çekecek sevgiliye köpek olacak bir adam değilim. Hea karşımdakinin davranışlarıyla da ilgili tabi. Dünyanın en anlayışlı insanı olan birine it'de olurum, tasmayıda kendim bağlarım bu akdar basiit. Ama tripcan sevgili dünyadaki en zor sorunsaldır. Ve işin garibi çaresi yoktur. O trip atmak isterse her türlü neden bulur.

- Sence ben güzel miyim?
- E güzelsin tabi aşkım nereden çıktı şimdi bu?
- Bana 3 gündür çok güzelsin demiyorsun!
- Aşkım biliyorsundur diye ben hani
- Sus bırak artık güzel değilim dimi. Yaşlanıyorum dimi...


- Bebeğim şu tuzu uzatır mısın?
- Hea sen yeme tansiyonun düşer, yaşlandın mı demek istiyorsun?
- Hayır yemek tuzsuz ona tuz atacağım sadece
- He yani şimdi yaptığım yemekleri de beğenmiyorsun. Tamam ben anladım...


- Hayatım kırmızı elbiseni giy bence bende kırmızı kravatımı takarım kombine ederiz.
- Ne yani kıyafetlerimiz kombine olmasa bu çirkin kız bu dalyan gibi çocuğun sevgilisi olamaz derler diye mi böyle yapıyorsun. Giymiyorum kırmızı falan mor giyeceğim...
- Oha hayatım master yaptın konu üzerine.

1 Temmuz 2010 Perşembe


İnsanlar... Onlar gerçekten bazen doyumsuz olabiliyorlar. Elinden gelenin en iyisini yapmayacaksın o yüzden, hiç bir şey yapmayacaksın ki sonunda yenilgiye uğrama gibi bir durumun olmasın.. Zaten yapmamıştım diye avunabiliten olur hiç olmazsa.


Elinden gelenin en iyisini yapayım derken daha çok yıpranıyor insan. Bir sonuç bekliyorsun, güzel bir tepki belkide. Ama hiç bir şey yapmamış olsan düşünsene, ne bir beklentin olur, ne beklediğin olmadı diye bir yıkımın. Bunu istediğin her konuya oturt. Çok geniş bir kavram ama kalıp olarak bunu yaşam tarzı olarak belirlemesi zor. İşin ucunda komple yanlızlık var ondan da korkuyoruz bazen. 

Bu blog olmasa gerçekten boğulucam sanırım. Burası varda burada yazıp dertlerimi döküyorum içimi patır patır. Çünkü insanlar... Onlar hiç bir şeyi anlamazlar. Onlar beğenmez sevmez. Siz hiç yapamadığınız halde ödünler verirsiniz kendinizden ama karşı taraf o kadar saçma bir tepki verir ki. Farkıdna bile değildir bu verdiğiniz ödünün. İnsanlara bunu anlatamazsın da. Sinirlenirsin kavga edersin. Sonra bir de suçlu çıakrsın üstüne, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali. Hey allah sabır dilemekten başka çare yok...

26 Haziran 2010 Cumartesi


Daha önce hiç soğuk bir havada ağladınız mı?
Yüzünüze düşen kartaneleri yaşlarınıza karıştı mı hiç?
Ağladıktan sonra elmacık kemikleriniz karıncalandı mı?
Bana bir kere olmuştu…
Buz gibiydi hava. Kar iri taneli ve ağır ağır yeryüzüne düşüyordu. Tam en sevdiğim gibi haklısın. Gözlerime girmesini engellemek için gözlerimi daha sık açıp kapayarak gökyüzüne kaldırdım kafamı. Gözyaşlarım süzülüp kulaklarıma değerken uyuşuyordu elmacık kemiklerim. Ellerim üşüyordu evet ama yanaklarım buz kesiyordu. Sen soğukta ağladın mı hiç?
Gariptir soğukta ağlamak. Artık buz gibi olmuş suratın yanar ya bazı kış günleri rüzgara karşı direterek yürürken. O seni uçuracağından emin sense delip geçeciğinin kararlılığında… İşte o zaman ağlamaya başlarsan üşür yanakların. Yanma hissini tuzuna bırakır göz yaşının. Rüzgardan yaşardığına inandırısın kendini ama bal gibi ağlıyorsundur işte. Rüzgar kamufle ederken yaralarını insanlara karşı, senin içinde bir kasırga vardır. Sen o kış çekip gittin ya hani. Ben o zaman çok ağladım. O günler benim elmacık kemiklerim çok uyuştu ya da çok ortak çalıştık rüzgarla… 
Sen o kış çekip gittin ya o kış hiç bitmeyecek sandım…

21 Haziran 2010 Pazartesi

  • Ortaokul, lise dönemlerinde fırlama olduklarını zanneden arkadaşlar birbirlerine eşek şakası yaaprdı. Bunlardan en gerizekalıca olanı otururken altından sandalyeyi çekmeleridir. Hiç maruz kalmadım ama sandalyeyi çekmekle kalmayan, çektikten sonra sandalyeyle depar atarak kaçan öküzler gördüm ben.
  • Toplu taşıma aracı ile seyahat eden yaşlı kadınları pek sevmem. Taksim otobüsüne binerken, sanki taksim ilk yardıma gidip ilaç yazdıracakmış gibi "ay, ay, ay, of, of, of" iniltileri ile "oğlum yer versene yaşlıyım ben.200 yaşındayım" havası vermeleri beni deli ediyor
  • 2010 yılında hala dinlediği müizk için yargılanan çocuklar var. Bu en tilt olduğum konudur. "Ne o öyle bağır öağır biraz insan gibi müzikler dinlesene". İnsan gibiden kasıt kim pardon da? Kral Tv müziğini dinlemiyor diye sevinmesi gerekir milletin ama nerdeee?
  • Siyasi kimlikler birine laf attı mı haberciler hemen cevap doğan kesime röportaja giderler ya. Çok tavımdır ona. Kemal Kılıçdaroğlu emeklilere sallamış. Ertesi gün Star haber hemen gidip Emekliler Sendikası bilmemne kurulu başkanı ile röportaj yapmış. İşçiye laf ederler Sendikalar cevap verir falan. Hayır bir gün hayat kadınları ile ilgili konuşsalar kime gidecekler çok merak ediyorum. "Evet bu gün fahişeler odası başkanı ile birlikteyiz." TFO... Türkiye Fahişeler Odası varmış mesela...Saçmaa...
  • Eski tiyatrocu ya da Yeşilçam oyuncularının şimdi fakirlik çekmesine zerre üzülmüyorum. O zamanlar götürdüler paraları karıları sonra birikim yok. Sokakta sürünyorlar. Tamam halk takdir ediyor ama ölüyorsun a.q ya. Yeni nesil örnek alır inşallah. 15 sene sonra Oğuzhan Koç'u elinde gitarla Taksim'de bulmayalım. "Beni aldılar. İpe koydular"

20 Haziran 2010 Pazar

Hayatımda trip kadar saçma bir şey görmedim. Kadınların ise bu konudaki ustalıkları beni benden alıyor. En ufak detaydan bile bir trip çıkarabilirler. Bazen ebeveynlerin kız çocuklarına konuşmaktan önce trip atmayı öğrettiklerini düşünüyorum. Ya da kadın beyninin yüzde 40 gibi bir bölümü bu iş için çalışıyor. Arasında gidip geliyorum iki konunun.

Telefonunuz kapalıdır trip atarlar, msnin açk kalmıştır trip atarlar, msnde 2-3 dakika geç yazarsın trip atarlar, facebookta başka bir hatunun paylaştığı videoyu beğenirsin trip atarlar, twitterda mention'a trip atarlar, Retweet edersin " kim o çk mu beğendin" diye trip atarlar, nefes alırsın trip atar, almazsın trip atar, çok güzelsin dersin "biliyorum beni kırmamak için yapıosun" derler trip atarlar, bu kıyafet yakışmadı olmadı dersin bu sefer "ama biraz nazik olabilir ve beğenmiş gibi yapabilirsin" derler trip atarlar. Ne olduğu hiç önemli değildir. Onlar trip atmak istiyorsa elbet bir olay veya olgu vardır. Olmasa bile yaratırlar. Durup durup fedakarlık soruları sorarlar. Cevabı beğenmezlerse trip atarlar. Beğenirlerse de çok abartıyorsun derler bozarlar.

Kadınları anlamanın zor olduğunu yüzlerce insan yazdı çizdi o konuya girmeyeceğim elbette ama en anladığınız kadın bile bunu yapacaktır. Trip atan kadınlarla dalga geçen diğer kadınlarda gün geliyor tribin kralı oluveriyorlar birden. Bu yüzden sonra erkeklerin zora gelemediği kanısına varıyorlar. Erkekler zora gelebilir ama saçmalığa katlanmak gerçekten çok zor.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Kimine göre ruhun gıdasıdır. Boşversene. Hiç yediğin bir şeyden sonra üzüldün mü? Ya da yediğin için çoook mutlu olduğun bir şey oldu mu? Benim olmadı. Başkasının olması da saçma geliyor zaten. Harika bir muffin'den sonra aman tanrım ne güzel diye kalkıp oynayan var mı aranızda? Yada karnabahar yedikten sonra kendini üzüntüden alkole vuranınız? Bu yüzden müzik ruhun gıdası falan değildir. Sahtekarın tekidir ama bağımlılık yapar.

Sevgilileri mesela. Kendilerine hemen bir şarkı seçerler ve "bu bizim şarkımızzzzz" diyerek o şarkıyı benimserler. Sonra ne olur? Bunlar ayrılır. Üzülen taraf, ayrılığı istemeyen taraf onu dinler dinler içer. Mutlu gülerken birden o şarkı çalar bir yerlerden ve omuzları çöker. Ve o seçilen şarkı öyle yavşaktır ki illa bi yerlerden çıkar mutlaka. Besteleneli yıllar olmasına rağmen çok sevilir ne hikmetse. Nostalji diyerek bangır bangır çalarlar acımasız ibneler... Yine yaşadım ondan biliyorum. Ağzıma sıçan bir şarkı var evet.

Müziğin evrenselliği de var bir de. O konu hakkında da konuşmak isterdim ama son vuvuzela katliamından sonra her enstrümanın evrensel müzik yaratacağına inanmıyorum artık.

Ruhun gıdasıymış. Bu yaşıma kadar çok şarkı dinledim, her türden her gruptan,ülkeden ama hiç biri gıda değildi. Tamam bazı şarkılar var sabah uyandığında seni gülümseten (Beirut - Postcards From Italy) ya da çok mutlu neşeliyken bir defa dinlemen le omuzlarını çöktüren ( Nine Inch Naıls - Hurt "cover'ı"). Ama genel anlamda gıda ile bağdaştıramadım bir türlü. Hiç bir zaman yediğim cheese cake'ten sonra zıplayıp parmaklarımı şıklatmadım. Ya da en sevmediğim balık besinin tükettikten sonra sigara ile rakıya sarılmadım. Müzik ruhun gıdasından çok rengi olabilir anca. Ruhuna renk verir. Beyaz renk verir neşeli olursun, çat bi 3 dakika ile siyaha çevirir karalar bağlarsın. Müziğin kendisi değil ama bazı şarkılar ciddi çok .....................+18

15 Haziran 2010 Salı

Aşk'ın en zor kısmı bittiği zamandır. Bir çekip gider ya öylece. İşte o gün başlar bütün zorluklar. İlacı bulunamayan bir acı sürekli akan göz yaşları, sürekli tabakta bıraktığın öğün yemekleri, paket paket harcanmış peçete kağıdı ve son olarak midene hiç anlamadığın anda çöken o pis ağrı. Şimdi bana kimse anlatmasın " aman hiç olmadı bana, ben aşk acısı çekmem hem aşk diye bir şey yok"...


Acayip tilt olurum aşka inanmayanlara da neyse konuyu dağıtmayacağım bu sefer :) Aşkın en zor kısmı o gittikten sonra başlıyor gerçekten. Yeri doldurulamaz kocaman bir boşluk bırakıyor sende yıllarca onu doldurmak için götünü yırtıyorsun. Çoğu zaman gidenin umurunda olmaz. Sen üzerine raid sıkılmış sivrisinek gibi yerde çırpınırsın, o da üzerine gazeteyle vurur! Dinlediğin her şarkı onu hatırlatır. Müzik zevkin kayar anasını satayım. Yatağına baş aşağı yatıp elindeki peçeteyi gözlerine sıkıştırır hıçkıra hıçkıra ağlarsın. Ama bu ilk 1-2 saat içindir. Şoktan olsa gerek. Sonra düşünüp anam diye ağlamadım ya hiç belki de ondan bilmiyorum.


Aşk yaşarken ne kadar zorsa al onu çarp ikiyle. Hah çıkan sonuç bittiğindeki zorluğu verecek. Tabi yaşarken laylaylom her yer toz pembe ooo hayat süper. Çoğu kişinin ulaşım aracı kullanmamadan uçarak seyahat ettiğini biliyorum aşıkken. Yağmur ıslatmaz, kar üşütmez, sel götürmez, deprem yıkmaz. Tabi tabi alt tarafı aşıksın be kendini süperman ilan etmenin ne anlamı varsa.


Aşk'ın zor kısmı o gittiği zaman arkasından bakıp ta bir şey söyleyememektir. Böyle boğazına düğümlenir kelimeler konuşmak istesen bile saçma bir şey çıkar.,


A : Ben gidiyorum artık bitti!
B : Eeaa çay koymuştum?


A : Ben gidiyorum artık bitti!
B : Bu sene çok sıcak olacakmış yaz.


A : Ben gidiyorum artık bitti!
B: Yemek sepetinden pizza sipariş ediyordum. Çift hamur dimi?


A : Ben gidiyorum artık bitti!
B : Ondan sonra adam geldi dedi ki... Çat...Oha gitti...


Gitti tabi. Kal deme sonra gitti. Gerçi haklısın gideni tutamazsın salıcan gitsin de belki bişeyler yapardın diye düşünmüştüm. Biri gidiyorsa saçmalarsın. Çünkü eksikliğin büyüklüğü ölçülemezdir. Banyodan bir diş fırçası eksilir. Gece 2 kişilik yatakta tek başına çapraz yatarsın. Televizyonu izlerken kumanda için savaşacağın biri yoktur. Hatta sırf sen seviyorsun diye seninle play station bile oynayan o kız, biraz önce kapıyı hızlıca çarparak gitmiştir. Bu o kadar büyüktür ki normal bi insan kaldıramaz. Superman, Ronin, Shrek belki , Ninja Turtles falan olsa umrunda olmazda, sen bir insansın. Nefes almaktan daha mükemmelini yapamazsın. O gitti sende şimdi 1 hafta depresyona gir, 3 hafta psikolojik bunalım, sonra hiç bitmeyecek anıların flashback'i ile uğraş dur hayatın boyunca... Hadi kaçtım ben!

Around Venezia from Icam on Vimeo.


Venedik normal bir şehirden fazlası. Benim büyülendiğim 3-5 şehirden sadece bir tanesi. Şimdi bu eşsiz şarkıyla izleyince gerçekten değişik hissettim. Görüntüler muazzam. Venedik. Bir daha istedim yahu...
Gary Moore'u daha önce dinledin mi bilmiyorum ama dinlemeden ölmemen gerektiğinden eminim. Still Got The Blues şarkısı bir çok gitaristin hayranlıkla dinlediği bir şarkı olsa gerek. Notaların arasındaki akış ve müziğin iç gıcıklaması aman yarabbi... Uyumaya çalışıyordum yatakta dönüp dolaşırken aklıma geldi briden. Bir dinleyip öyle uyurum dedim ama al işte Blogger'a konu bile oldu. Uyku hala yok evet.

Gary Moore - Still Got The Blues from BenimAdimKoray on Vimeo.

Günler geçtikçe insan evladı bir öküz oluyor ki sorma gitsin. Anlayışınıza ne oldu sizin? Nereye sakladınız? Sevgililer alttan almanın ve düzeltmenin ne olduğunu unutmuşlar. Herkes Angelina Jolie ya mınakoim bir burun kalkıklıkları görmen lazım. Birine "neden" diye sormadan çıkışılır mı yahu? Hangi devirde yaşıyoruz. Önce neden dersin baktın mantıksız bir açıklama geliyor sonra sıç ağzına bir şey dersem na mertim. Ama karşılaşır karşılaşmaz çem çem çemkirenlerden nefret ediyorum.


Sevgililer tamam trip atmak için boşluk kollarlar. Hatta bazı bayanların bundan zevk aldığını biliyorum. Yaşadım diyorum sana ya daha ne diyeyim. Neyse arkadaşlar da böyle olmuşlar. 10 gün aramazsın sitem eder " ay görüşemiyoruz artık" diye. Ararsın hadi yarın bir şeyler içelim dersin "çalışıyorum" der. Öbür gün? "Ay kuzenim evleniyor" Öbür gün "ay ne bilim". Cevabım belli.  Bi siktir git yani.


Çok ukala ve kendimi beğenmiş olduğumdan dem vuranlar çok. Hatta yeni moda diye buna "ay çok artistsin" diyorlar. Hiç bir şekilde kendimi savunamayacağım çünkü ukala olduğum doğru ama bunun için sebeplerim var. Ben ukalayım kardeşim ama herkese değil. Sana, ona, buna. Bunu hak edene. Kimse kusura bakmasın ama İşletme okuyup Paleolitik Çağ ile ilgili tez hazırlıyorum diyen bir insana ukalayım. Bana dürüst olacaksın arkadaş. Sıkım sıkım sıkıyorlar yalanları. Sonra ne sıktığını da unutuyorlar işin kötüsü. Ya o öle değildi böle değil miydi diye sorduğumda da bin dereden su getirmeyi başarıyorlar. Hayatımda hiç ben çok sivri dilliyim anında lafı yapıştırırım kalırsın öyle triplerinde gezmedim. Ama hak edene de yapayım izin verin. Blog seni seviyorum sabah sabah sinir boşalttım.
Çocukluğumdan beri çok sevdiğim insanlar benim gözümün gördüklerini görebiliyorlar diye düşünürdüm. Bu son 5-6 seneye kadar böyle geldi. Ayna karşısında ciddi takılıyordum ama dalga geçerler sonra diye. Güya benim gözüm ne görüyorsa görebiliyor.


Bununla ilgili bir tekniğim bile vardı. Beni gördüğünü düşündüğüm hep kız arkadaşım olurdu. Sanki gözlerini kapayınca benim gözlerim oluyor ve görüyor. Evet ciddi ciddi buna inandım çoğu zaman. Çıplak aynanın karşısında gezmedim. +18 bölgelerime gözümü kaçırmadım. Hatta bir çok insanın işerken tavana bakmalarını bu yüzden sanırdım. Abi bir tek bende olacak değil ya herkes böyle gibiydi. Gözlerini kaçırıyordu yani.


Son 5 yılda baktım madem böyle bir şey var anasını satayım ben niye göremiyorum kızın gözünü? Bu işte bir terslik var. Gittim bir arkadaşımla paylaştım 6 ay boyunca dalga geçince dedim tamam böyle bir şey yok :)
Zamanın birinde hatta başlangıcında mı demem lazım bir herif geçmişe giderek ilk insana Bilgisayar veriyor efendim. İlk insan da soru yor " Bunu kaç kişi kullanabiliyor". Bilgeadam cevap veriyor "Sadece 1 kişi". İlk insan diyor ki  "Al götür o zaman bu bizi yanlızlaştırır.İlişkilerimizi bozar."


Evet hikaye tamamen pipimden attım. Gayet belli olduğu üzere. Şunu anlatmak istiyorum bu internet bizi gerçekten uzaklaştırdı. Arkadaşımla msnde konuşmak dışarıca bir yerde kahve içmekten daha zevkli halde. Hele bir de Twitter, Facebook'ta yazdıklarınız takip eden ve olumlu yorum yapanlar varsa tamam iyice tükendin. Artık internetin kölesisin, arkadaşının siklemeyeceği şeyleri onlar dinleyecek ve beğenecek çünkü hoş geldin.


3-4 gün bilgisayarsız kaldım. Babamın laptop'una muhtaç belirli saatlerde girebildim nete ve içim içimi kemirdi. Aşk-ı Memnu izledim. Beşir çok güzel fakir rolü yapıyordu. Yere falan düşündü süründü helal çocuğa. Türk Malı'nı izledim. Seviyesiz berbat bir komediydi ama izleyenler var ki sağda solda "ne kadannnnn" diyen insanlar dolu.(Bknz : Abiye Kuzu) Efendim o zamanlar Dünya Kupası'da başlamamış. Nasıl bir sıkıntı anlatamam. Odamın duvarına keçeli ile çizdiğim resimler bundan kaynaklanmakta.


Bu yazı da şunu gördüm ki ilk insanla ilgili tezatları yazmaya çalışırken konu kollara ayrıldı nereye gitti:) En sevdiğim de bu zaten. Blog! İstediğin her şeyi yazabiliyorsun. Kim okumuş okumamış umrunda değil. Blog kullanıcısı olmayan ama yazılarımı Facebook'ta yayımladığımda takip eden ve beğenen arkadaşlar var tabiki ve teşekkür ediyorum hepsine tek tek. Bak gördün mü Konu yine dağıldı.


Geçen gün "Arog" filmini izlerken geldi aklıma. Acaba ilk zamanlar da ARİF gibi biri var mıydı? Bakıyorum gerçekten çok garip icatlar var. Şartların zorluklarıyla ortaya çıktı diyorlar da. Şartlarda bir yere kadar arkadaş. Adam çakmak taşını birbirine vurup ateş yakıyor. Yok ebesinin şartı artık. Bunları araştırırken Din ve Darwinizm'i düşündüm. Ve bazı noktalarda çıkış bulamadım. Bir dinci bir de Darwinci bulup kapıştırıcam yakın zamanda. Hatta bahis falan oynayacağım üzerine "yürü be oğlum hadi dindar bastır".


ps : Saat 00:25 ve hava sıcaklığı 26 derece. Bu bir ceza gerçekten.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Bu gün itibariyle tam 45 gün sonra 16 sene oturduğumuz mahallemizden taşınıyoruz. Evet çok uzak değil belki taşındığımız yer ama pencereden mahalleye bakamayacak olmak... 16 sene dile kolay neler yaşadım yahu.

Bir arsamız vardı mahallede maç yaptığımız. Boş arazinin zemini full çakıl taşı ve kırık bira şişesi parçaları ile doluydu. Arazinin tam ortasında da bir kütük. Bir çınar ağacını kesmiş hayvan herifler ve dibi toprağın içinde hala. Kütükte 15-20 cm falan çıkık. Bu engellere rağmen ne maç yaptım ben orda be. Yer cam dolu şarrrr adamın ayağına kayıyorduk heryerimiziden kan geliodu ama gülerek devam ediyorduk. Ulan şimdi yürümem bile ayakkabımın altına sıkışacak diye.

Taso vardı. Tasoyla bu mahallede tanıştım ben. Kapçilik, köktüm gibi terimleri vardı usta zor yani. Deli gibi taso oynardık. En sevdiğin tsoyu kaybedince karşısındakinin ümüğüne sarılırdın " oğlum ver lan geri babama seslenirim bak.Şakadan oynamıştık salakmıyım ben yepisyeni tasoyu ortaya koyiim" o.O Hatırla olmadı yapmadın mı?


   Ve şimdi taşınma günü. Tamam hayalini kurduğum çatı katına kavuşacağım. Alt katta annemler otursada, içeriden merdiveni olsada benim lan orası. Tek başımayım lan :) İstediğim karga gözü camlar gece uyurken yıldızlara bakmak... Burayı çok özleyeceğim ama oraya taşınınca unutabilirim.


Gelelim taşınmamın zorluklarına. Tek tek bütün eşyalarını kolileyecek olmak. Özel eşyaları ayrı bir koliye, kıyafetler, üzerine keçeli ile "KIRILABİLİR AMA" yazmalar. Taşınmanın bir raconu var kardeşim. Amele gelecek şimdi en sevdiğin kitapları koyduğun kutuyu çat diye fırlatacak kamyona. Hop abi napıosun diceksin. "Onu o bişey olmaz o kamyonun içi elyaftır o yumuşatır sertliği alır o" gibi saçmalayacak. Taşınmak zor zanaat özlemi var, kolisi var, nakliye arabası var...
Uzun zamandır Sami ile yerlerde yuvarlanmaktayım. Her insanın söylemek istediği ama söyleyemediği her şeyi sami söylüyor :) Ve buna çok gülüyorum. Kimse onunla dertleşemiyor. Her konuya kapak oturtabilecek cümleleri var. Hiç istemedin mi böyle şeyler söylemeyi. İstedin itiraf et :) Ama kırılmasın bozulmasın. Sami anadolu delikanlısı adamın .... kor valla....
Buyrun o zaman çerez...








7 Haziran 2010 Pazartesi

Hani Dünya’da hep erkekler kabadır klişesi var ya. Ben kadının apaçisi,abazası ve kabasıyla birebir tanıştım arkadaş yaşadığım süre boyunca. Sadece erkek değil abaza olan. Ya da kadının apaçi giyimlisi, apaçi müziğinden hoşlananı. Ve gerçekten bu önyargıya bir dur demek istiyorum.

Bir erkeğin apaçisi çekiliyor da bayanın ki gerçekten olmuyor ya. Ayrıca sağda solda erkeklerle takılıp kanka yea diyip kızlara laf atan kız modeli. 35 yaşında hala evde kalmış olucaksın o kankalarında seni çatır çatır sikicek haberin olsun. Bu güzel bir şey değil. En azından erkekler sevmiyor. İnan bana böyle olacak.

Kadın dediğin oturması kalkmasını bilecek, zarif olacak ki erkekte onun gibi olsun. Sürekli erkekte suç arayan feminist kız sana da 2 çift lafım olacak. Erkek arkadaşının yanında telefonla kız arkadaşınla konuşurken ” Abi ben söledim” ” Gel lan buraya” gibi cümleler sarf edersen. Abi ve lan kelimelerini kullanırsan. Sevgilinin ” Aşkım otur ağzına sıçarım” tepkisine maruz kalmayı hakediyorsundur.

PS: Nerden nerelere zıpladım. Kafam mı güzel yoksa sigara krizim mi tuttu…
Normal şartlarda alakası çok nadirdir. Ama biraz geçmişe giderek ilk okul yıllarına dönüyorum şimdi. Hayır tamam beslenmesinde yumurta getiren klişe gerizekalı çocuktan bahsetmeyeceğim. Belki sonlarda bir cümle olabilir ucunu açık bırakayım.
Tenefüs olduğu zaman sanki yapılacak hiçbirşey yokmuş gibi Faber Castel kalemi alıp sınıfın köşesinde duran çöp kutusunun etrafına sığacak kadar çocuk toplanırdık. Çoğumuzda yine Faber Castel’in metal kalemtraşları. 2 dakika süren kalem açma işlemini sohbetle 10 dakikalık araya yayardık. Ee bunun kırmızı kalemide var arkadaş. Bi onu aç biraz onu… Sonra İşlem biter o sırada zil çalar hemen yerlerimize oturup çiçek olurduk. Bu 1-2-3 numaralı sınıflarda böyleydi evet.
4. ve 5. sınıfta artık aşk hormonlarına iyice hakim bireyler olarak genelde kızlara kur yapılırdı. Evet hayvanlar alemindeki gibi bununda bir raconu vardı. Bir kızdan hoşlanıyorsan onun tokasını alıp kaçıcaksın. O da seni kovalicak. Hoşluklar şakalar. Bunun neden yapıldığını hala anlayamıyorum. Çocukken ki aklımıza basmıyor şimdilerde kafam. Ama bunu yapmadım diyen erkek çocuğu gerçekten yalancının en önde koşturanıdır…

Son cümleme gelelim. Yumurtayı getiren çocuk merhaba… Beslenme saati olurdu ve o lanet herif yumurtayı o beslenmeden çıakrır bütün sınıfı yumurta kokutmayı başarmışlığın verdiği haz ile ilk okuldaki rolünü oynamış olurdu. Şimdi o çocukları araştırıyorum. Gerçekten iyi işlerde çalışamadıklarını öğreniyorum ve bu en iyi intikam oluyor benim için…
1 aydır uğraştığım akciğer enfeksiyonu sayesinde çoğu eczacıya gıcık kaptım. Doktor yazılarını biliyorsun şimdi onunla ilgili bi şaka yapmayacağım. Benim derdm eczacı yazısıyla… Sabah, öğle, akşam tok karnına günde 1/2 defa… Ne olabilir bunda dimi? Oku bak…

Doktorları anladık eyvallah yazmaktan ziyade karalıyorlar. Tamam hürmet ediyoruz da ulan eczacı olacak ibne sana ne oluyor? Reçeteyi götürdüm. 7 tane falan ilaç var zaten psikolojim bozulmuş. Öksürmekten beynim çıkmış. Herif ilaçları aldı üzerini yazdı bende bakmıyorum tabi eve geldim kullanıcam ya bakim dedim nedir? Nedir de okuyamıyorum ki anasını satim. Hayır ona ne oluyorsa? “Doktor yazısını karizma buluosunuz ama bende yazabiliyorum al” bu mu? İnsan okuyacak dimi onu hayvan herif ne karalıyosun ilacı. Ayrıca parasını benim verdiğim ilaçla kime neyin artistliğindesin yani? Almış kutunun boş kısımlarını karalamış it. Hepinize gıcığım olum artık…

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Uzun zamandır milletten duyuyorum "bir metalcinin yolculuğunu izledin mi?" sorusunu. Dün akşam artık izleyeyim dedim ve hayal kırıklığının tam ortasına düştüm. Sahnede "God hate all us" diye bağırınca kendimizi yerden yere vurduumuz Slayer vokali, sahneden inip röportajda " Ben katoliğim. Tanrı'yı da çok seviyorum." demesin mi? Ben hep bunu ateist falan oldukları için yaptıklarını düşünür ve işte metal yea cesaret koçum benim falan derdim. Peki ya cannibal corpse'a ne demeli. Muhteşem albüm kapaklarıyla tanıyoruz zaten kendilerini. Soruyorlar nereden geliyor bu kapaklar. "Farklı bişeyler yapmazsanız bu piyasada tutunamazsınız. Kimse sizi dinlemez, konsere çıkmazsınız" diyorlar. Nasıl ya! Yalancı köpekleeeeer diye bağırasım geldi. Biz ölüyoruz aman allahım ne dedi aman allahım naptı aman aman şaşakalıyoruz. Herifler para için oynuyor anasını satim. Ne varsa Heavy Metal'de var arkadaş. Türevlerine bulaşmicaksın valla! Dio babanın evine gittiler gayet orta çağ esintili bir ev. Yaptığı müzikler yaşıyor. Mötley Crue,Motörhead, Twisted Sisters. Adamlar doğal anasını satim. Slayer ve Cannibal Corpse benim için bitmiştir. Bi daha da gelmem arkadaş!

7 Mayıs 2010 Cuma

İnanmayacaksın ama bu aralar seni çok düşünür oldum. Deli gibi güldüğümüz dakikalar, birlikte yediğimiz yemekler, birlikte içtiğimiz biralar, birlikte dinlediğimiz şarkılar... Sen sen olduğunu asla tahmin edemezsin ama bu böyle tekrar konuşmaya başladığımızdan beri. Hayatımdaki mutlu dakikalarımızı konuşuyorduk geçen gün ve en az 5 tanesinde sen vardın. "Hiç unutmam bigün oturuyoruz" ile başlayan bir sürü anımız varmış meğer. İnsanlara bakıp onların zayıf noktalarını aynı anda yakalardık. Sen  daha konuşmadan ne diyeceğini tahmin ederdim. Ve belki de elde etmek için en çok uğraştığımdın. Sonra da en salak kaybettiğim. Çok güzel gidiyordu herşey o kadar mutluydum ki. Yaşadığım boşluk tamamen senin üzerine kurulu sanırım. Senden sonra kimseyle gülmedim. Ya da kimse senin gibi dertlerimi dinleyip bana yol göstermedi. Onlar sadece eğlenebileceğimiz bir mekana gidebilmeyi istiyorlardı. Uzaktan bakıpta içemedikleri o içkileri içmek. Çıkarları vardı. Sen öyle değildin. Seni düşünüyorum bazen evet. Bir salak gülümseme beliriyor yüzümde. Sonra derin bir of çekip devam ediyorum etmek zorunda olduğum hayatta. Ne güzeldi ya seninle herşey. Şimdi de hatırlıyorumda. Ne kadar güzeldin. Hmmmmmmm... Özlemişim...

Bir otobüs yolculuğuna eş değerdir aşk
Molasızdır, muavinsizdir  ve şöförü 2 kişidir.

Hiç bir zaman sonsuza kadar giden bir otobüs görmedim
İlla varacağı bir yer olurdu...Molasız muavinsiz ve şöförü 2 kişi

Kavgalar çıkardı her zaman biri sağa kırar bir sola
Yolcular endişelenirdi ama ayrı ayrı teselli ederlerdi
Geçicek bunlar biticek biriniz alttan alın...
Biri bir müddet karışmazdı direksiyona 


Yolun sonuna gelindiğinde yıpranmıştır 2 şöförde
Biri hep sağa kırmak ister biri sola
Biri alttan almaktan bıkar biri sürekli sürmekten
En kötü yolculuktur aşk... Molasız, muavinsiz ve 2 şöförlü

Sürerken bilmezler bitince neler olacağını
Alttan almayan ağlar keşke yapmasaydım diye
Alttan alanın umrunda değildir hiç bir zaman
Aşk 2 kişiliktir ama acı çekmesi bir kişi
Aşk 2 kişiliktir ama ağlaması bir kişi
Aşk 2 kişiliktir ama ölüm bir kişi
Biri gider biri ölür... Sonu asla olmaz 2 kişi...
Aşk satın alması paha biçilemezdir
Ama yalnızlığı bedava...

2 Mayıs 2010 Pazar

seni düşündükçe
müzik duyuyorum.
yanımda olmadığından
hep ağır bir şarkı bu.
yavaş gitar soloları var içinde
notaları çok üzgün.


seni düşündükçe
müzik duyuyorum
damarlarıma doluyor notalar
kalbim nota pompalıyor

do-re-mi-fa-sol-la-si


seni düşündükçe
müzik duyuyorum
bedenin damarımdan geçen
notalarla ayakta
sen yanımdayken
çoğalıyor notalar
biraz daha gelmezsen 
bitecek şarkı


dön, yoksa nota kaybından öleceğim.
dön, kulaklarım müziğini duymazsa ne işe yarar
dön, hadi benden kıyak sol anahtarını ben çizeceğim
dön, söz veriyorum dünya'nın en güzel şarkısını besteleyeceğim

30 Nisan 2010 Cuma

http://bidebendenduyistedim.blogspot.com/2010/04/en-kotu-mimimiz-boyle-olsun.html

Sevgili  Syntinen  e blogum'dan teşekkür edeyim dedim :) Blogum hakkında çok güzel şeyler yazmış.

Bu sevindiricidir. Ve teşekkürler bolbol. Ayrıca ilk mim'im olması daha bir heyecan verici. Çok güzel bir 
olay kuralları falan var bu seferkinin. Deneyiniz görünüz... 
Bende girişicem birazdan. Evet birazdan :)

26 Nisan 2010 Pazartesi

Özlemek kimine göre sıcak bir havada ihtiyaç duyulan buz gibi bira, kimine göre sınav sonrası bir sigara kimine göre kutupta yaz, kimine göre de soğuktur... Son kısmı şeyimden uydurmuş olsam da bu kategoriye kendimi sokmalıyım. Özlem bana hep soğuk gelmiştir. Birini özlemek yağmurlu bir gündür. Birini özlemek yağmurlu bir günde dokunduğunuz buğulu cam gibi soğuktur. Birini özlemek ölmüşse daha zordur, ama her gün sağınızdan solunuzdan geçiyorsa bu daha da acıdır. Birini özlemek soğuktur çünkü ben soğuktan hiç haz etmem. Sevmem. Bana göre özlem sevmediğim her şeye benzetilebilir. Bazen hindistan cevizidir. Bazen balıktır. Bazen İsmail YK. Birini özlemekten nefret ediyorum. Çok üzülüyorum. Çok ağlıyorum. Şarkılar dinleyip içinden anlamlar çıkarıyorum. Sonra bestekara küfredip "ulan beni mi izliyorsun yazarken be" diye sitem ediyorum. Ben birini çok özlüyorum. Öyle özlüyorum ki bu özlem gerçekten çok soğuk... Üşüyorum lan! 

25 Nisan 2010 Pazar

Her ayrılık törensiz birer ölümdür. İmam,tabut yoktur. Bir kişi için 100lerce kişi ağlamaz. Bir kişi için biri ağlar her zaman. Tek benzerliği vardır ölümle. Sen ağlarken ölüler senin ağladığını görmezler, sende ağlarken gidenin görmemesi için saklanırsın. O senin ağladığını hiç görmez, ölü gibi aynı... O yüzden sen gözünden yaş gelmeden ağlamanın ne demek olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceksin. Sana gülümserken içimden nasıl ağladığımı bilmeden yaşayacaksın... Ölü gibi aynı... ölüm gibi...

Ben gidiyorum. Artık bitti
Peki nasıl istersen
Nasıl yani? Hiç bir şey yapmayacak mısın?

Ne desem durmayacaksın. O yüzden kelimeleri boşa sarf edemem.
Demek ki sende istiyordun. İyi istediğini aldın işte hoşçakal
Sana da hoşçakal. Kıyafetlerini de alacak mısın giderken??

Bir ara gelir toplarım
Hayır. Bir daha kalmak için dönmeyeceksen şimdi topla hepsini. Burada bırakma.

O nedenmiş,?
Seni bir daha görmeye dayanamayabilirim.

Duygu sömürüsü ile beni tutacağını mı sanıyorsun?
Hayır. Sen gitmeyi seçtin. Ne yapsam geri dönmezsin.Bir ara gelir eşyalarımı toplarım
Güle güle.

23 Nisan 2010 Cuma

Pazartesi Saat sabah 8:15

İşe gidiyorum. Aracım beni sokağın başından alıyor. Oraya kadar yürüyorum. Tam o saatte sarı saçlı küçük bir kız okula gitmek için önümde yürüyor. Biraz ilerde iyi giyimli orta yaşlı bir bayan bir araba bekliyor. Eczane yeni açıyor eczacıyı kepenkleri kaldırırken yakalıyorum. Köşede beklerken tam yolun karşısında 2 kız minibüslerini bekliyorlar. Onların yanında bir adam servis aracını bekliyor. Kızlar gidiyor. Adam gidiyor. Benim şuursuz servis şöförüm geç kalıyor haliyle. Herkes gittikten sonra bu sefer lise talebesi iki kız geçiyor önümden. Biri converse giyer öbüründe adidas spor ayakkabılar var. Kırmızı siyah etekleri var çanta takmazlar. Kitaplarını ellerinde taşıyorlar. Sonra servisim geliyor. Biniyorum gidiyorum. Yolda "So Cold" diliyorum gidene kadar...  Ve Kanaldayım... Salı-Çarşamba-Perşembe-Cuma her gün böyle geçiyor gidiyor.... Rutin dedikleri şey böyle olsa gerek... Her sabah aynı insanları gör aynı şeylerş yaşa...

5 Nisan 2010 Pazartesi

param vardı ama sevgilim yoktu.
kendime 27 dakikalık aşklar satın alırdım.
köşe başlarında beklerlerdi bir ayaklarını duvara yaslamış.
bir ellerinde mutlaka sigara.
ağızlarında bir sakız...

param vardı ama arabam yoktu.
yolun kenarında elimi kaldırırdım .
bütün sarı arabalar benimdi.
ben istediğim kadar giderler.
ben istediğim zaman dururlar.

ama saadet yoktu hiçbir zaman.
saadet çok güzel bir kızdı.
ama beni umursamazdı.
çok kötüyüm ama...
bazen düşünüyorum da
keşke saadet fahişe olsaydı.
İstiklal Caddesi'nin arka sokakları
Yazın bile ıslaktır çoğu zaman
Yağmur yağmuşçasına karanlıktır havası
Ama kanalizasyonlarında duman çıkmazdı
Evet o sadece filmlerde olur diyor
Ne diyorduk ıslaktır arka sokakları
Sanki birisi pisliği yıkamak ister gibiydi
O arka sokaklarda olan pis durumları
Temizlemek ister gibiydi
Kimdi o? Yaşıyor mu? Öldü mü? Hiç karşılaştık mı?
Belki bankada önümdeki adam
Yada durakta otobüs beklediğimiz o güzel kadın
Bir fahişemiydi ya da yatıp kalktığım...
Tanıdığım en güzel fahişe İstanbul'dur.
Hem para vermezsiniz
Hem otele girerken resepsiyonun bakışlarına maruz kalmasınız.
İstanbul her gece 10 milyon kişiyle yatan ağır bir fahişedir.
Üzerime doğru ağlıyor geceleri bulutlar
Ben yüzme bilmiyorum dedikçe kararıyor su
İçinde bulanık seni görüyorum
Yakalamam için daha dibe dalmam gerek
Ama özür dilerim dedim ya yüzme bilmiyorum

O sırada gökyüzünden birisi Pearl Jam'den bir şeyler mırıldanıyor
Sonra sudan çıkıp koşuyorum ormana doğru
Sen oradasın ama çok derinlerde
Yakalamak için seni ormana dalmam lazım
Ama biliyorsun karanlıktan çok korkarım

Hikayenin sonunda kavuşuyoruz bir yerlerde
Ben siyah bir takım giymişim sen de kırmızı bir elbise
Ayakkabılarını bağlamayı unutmuşsun yere çöküyorsun
Oturup onları bağlıyorum ve koyuyorum ellerimi dizlerine
Gitme diyorum hep benimle kal
Ağlamaya başlıyorsun.
Göz yaşın boynundan aşağıya süzülürken
Yakalıyorum dudaklarımla
Tuzu bana denizi hatırlatıyor
Yüzme bilmediğimi hatırlıyorum sonra
Sen ağlamaya devam ediyorsun benimde kafam omuzunda
Burada ölelim mi diyorum
Neden böyle bir şey yapalım ki diyorsun
Hiç ayrılmayız sonsuza kadar birlikte oluruz diyorum
Tamam diyorsun. Sadece tamam.
Yaklaşık 20 dakika önce mesajlarına cevap vermediğim eski bir dostumdan mesaj geldi. " mesajlarıma cevap vermeyen herkesi siliyorum(toplumesaj)" Nasıl yani oldum. Bu hakkı sana kim veriyor.Bu nasıl bir küstahlıktır. Bir kaç gün önce facebook'ta kızın teki ileti yapmış. " 5000 arkadaş sınırına geldim o yüzden yakışıklı arkadaşları kabul edemiyorum. Bu yüzden çirkinleri siliyorum görüşürüz" Bu nasıl bir ileti? Bu da küstahlığı daniskası olan kısmı.

İnternet aleminde ve teknolojik haberleşme aletlerinde insanlar
 "supercool" anasını satayım. Beyni sadece kas hareketlerine yarayan insanlar bunlar. Başka bir işe yaramıyor beyin. İnsanlar artık saçlarını facebook profil fotoğrafı yaparım diye şekle sokuyor. Ya da daha çekici görünmek için profillerini güncelliyorlar. Twitter'da herkes Bebek'te Etiler'de bir şey keyfi yapıyorlar. Şahsen "kebapçıda dürüm çoşkusu" diye bir tweet görmedim şu ana kadar. İnternet insanları kral/kraliçe yapıyor olsa gerek ki bu kadar küstah olabiliyorlar. Photoshopla kasıp kasıp arkadaş toplayanların gerçekte 1-2 gerçek arkadaşı olduğunu biliyoruz.

Sinirimi blog'dan çıkardım resmen. Çok gıcık oldum. Bu tipleri yakmak falan istiyorum. Ayaklarınız yere bassın bence biraz. Profiline aşık olup geberdiğiniz kızlara yolda dönüp bakmazsınız. O yüzden biz erkek milletimizi uyarıyorum. Zeki kadın bulmak zor. Ama bulana kadar uğraşın. Herkesle yatıp kalkmak marifet değil de zeki bir kadını taşıyabilmek marifet...Bitti.

28 Mart 2010 Pazar

Deep Purple'a...

Bu şarkıyı ne zaman dinlesem solo kısmında gözlerimi kapatıp uçtuğumu hayal ediyorum. Bu şarkıdan başkası böyle bir his uyandırmadı bende. O yüzden araba kullanırken falan dinlemeye kokuyorum. Sonuna kadar yüklenip bir yere girerim kesin.

Deep Purple grubu bu şarkıyı yaparken ya da gitarist bu soloyu atarken düşünüyor muydu acaba böyle şeyler. Gözlerini kapatıyor muydu gitarist. Çok acımasızlar insanlar etkilenir, ağlar falan diye hiç düşünmüyorlar. Çok ayıp.

"Purpendicular"

24 Mart 2010 Çarşamba

"Marka Merakı"  diye bir şey var ya son yıllarda... Acayip tav olurum. Marka olmasa giymez misiniz?  Nedir bu marka merakı anlamadım! söylentileri gıcık, pislik, lanet, bencil ve şişkodur! İnsanlar neden markayı tercih eder?

Aslında basit açıklaması olan bir konu. Marka ürünlerin tasarımcılar iyi çalışanlardır. Üretildiği kumaş kalitelidir. Çizgisi vardır ve güzeldir. Her marka için söylemiyorum ama şu an çok iyi markalar mevcut. Pasajlardan aldığın kıyafetler günlüktür. Eskiden çek at fotoğraf makineleri vardı ya 36 poz sonra çöpe atıyodun. Heh işte tam öyle. Alırsın giyersin o gün akşam kirli sepeti yerine at çöpe. Yada marka bir t-shirt alırsın aylarca giyebilirsin. Yıkarsın atarsın her şeyi yaparsın. Ama hep seninledir. Sadıktır bir kere :) Giy-at t-shirtleri neden istemezsiniz. Çünkü her insanın en sevdiği t-shirt'i en sevdiği pantolonu en sevdiği ayakkabısı vardır. En sevdiğin t-shirt'ün ilk yıkamadan sonra ezilip-büzüldü bir daha giyemedin. Tanrım bunun adı "Yıkım".

Çoğu insan sadece büyük yazılı marka isimlerini göstermek için alıyor. Sınıfını belli etmek için ama işin özünde böyle düşünenlerde var. Marka demek kalite demektir. Kaliteli şeyler giymek de iyidir. Bir tarzın olur. Ve bir giyim çizgin. Moda önemlidir. Bunun yoluda markadar geçer kim nederse desin. Yazının tam yanında iyi bir tüketici diye bir vidyo izledim (ünlü sosyal paylaşım sitesi:):) facebookta. Markaların bize bunu dayattığını söylüyorlar ama. Onlarla aynı fikirde değilim. Bir denesen sende doğru olduğunu far edeceksin. Ya da biliyorsun belki de..
Çevreden gözlemlediğim kadarıyla yüz güzelliği harika olan kızlar güzel kıyafetleri seçemiyorlar. Yüz güzelliği ortalama olan kızlar ise harika giyiniyorlar... Nedir bunun sebebi? Biraz daha derine inelim...

Yüzü muazzam olan kızların kıyafetlerine mi dikkat edemiyoruz yoksa yüzleri o kadar güzel ki kıyafetlerini mi sönük bırakıyor. Bunların ikisi birer ihtimal. Ama benim inandığım, kendilerine o kadar güveniyorlar ki buna ihtiyaç duymuyorlar. Birbirliyle uyumlu renkler veya yeni moda giysilere ihtiyaçları yok. Yüzleri o kadar güzel ki pijama bile giyseler insanlar onları beğenir...

Bir de yüzü ortalama güzellikte olan kızlara bakalım. Onlarda yüzleriyle kurtamayacaklarını düşünerek iyi giyinmeye mi özen gösteriyorlar acaba. Onları gördüğümüzde kıyafetlerine bakıp "aman tanrım bu nasıl bir tarz" dedikten sonra yüzüne mi bakıyoruz. Benim gibi başka erkekler de vardır. Ben bir bayanda önce ayakkabıya bakıyorum. Ayakkabısı güzel ise o kız güzel giyiniyordur bana göre. İlk görüşte aşk diye birşey olmadığından, yaklaşılabilitesi yüksek kızları bu şekilde tanımlıyorum.

Şimdi sizin aklınızda 2 soru var. Yüz güzelliği mi yoksa yeni moda giyim mi? Bana göre yeni moda giyim. Çünkü insanın dışının çokta önemli olmadığı günlerdeyiz. İçi güzel olcak arkadaş klişesinin harbiden doğruğunun ispatlamış olduğu günler. Bu arada istisnaların kaideyi bozmadığını da hatırlatmamda yarar var. Tanıdığım çok güzel bayanların harika giyindiklerini de gördüm. Ama büyük çoğunluğu bu şekilde der giderim...

22 Mart 2010 Pazartesi

çok garip bir kıpırtı var.
sanki 150 km ile sollarken kamyonu, 

üzerime sigara düşürmüşüm...
düşünsene.
bundan 15 yıl sonra
seni görüyormuşum oyun parkında.
sen kızını sallıyorken salıncakta.
bende oğlumu getirmişim mesela.
sonra birbirimizi fark ediyoruz.
sen kızına "git birazda kumda oyna"
ben oğluma " dikkat et yüksek olandan kayma"
....
eskiden sımsıkı sarılırken sana korkuyormuşum elini sıkmaya.
sende saçını kulağının arkasına atıyormuşsun mahçupça.
sen nasıl gittiğini soruyormuşsun.
ben iyi gitmediğini çaktırmamaya çalışıyormuşum.
sonra birden yağmur yağıyormuş.
çocukları da kapıp giriyormuşuz ilk evin kapısına.
yağmur dinene kadar çocuklar suda zıplıyormuş.
bizde seninle eskilerden konuşuyormuşuz. 
sonra benim çocuk düşüyor ağlıyormıuş.
ne yaptığımızın farkına varıyormuşuz.
birden toparlanıp çocukları da alarak evlerimize gidiyormuşuz.
bir hafta sonra ben geliyormuşum o kapı arasına.
sen yine kızını sallamakta.
sonra yanına geliyormuşum gülerek.
sende bana kocamla tanış diyormuşsun onu iterek.
bende şiir oluyormuşum birden.
gözlerin gözlerine değince, 
felaketim oluyormuş ağlıyormuşum.
o da güldüğü zaman cenazeye benziyormuş.
sonra elimde sana aldığım kitabımla uzaklaşıyormuşum ordan.
sonra birden kafam acıyormuş.
meğerse uyuya kalmışım otobüste.
tümsekten geçerken dayadığım başım çarpmış cama.
ama yine yağmur varmış camda.
etrafa bir bakıyormuşum durağı geçmişim.
muavine bilmemnerede inecektim ben diye bağırıyormuşum.
muavin diyormuş "artık çok geç!" 
artık çok geç. 
artık çok geç. 
kar yağıyordu.
camdan dışarı baktı çocuk.
canı çok sıkılıyordu.
camı açtı odanın içine kar doldu.
o karlardan bir kardan adam yaptı. 
gözlerine zeytinleri koydu.
düğmeler yaptı kıyafetmiş gibi alttaki büyük topa.
çıkardı terliklerini sıkıştırdı alttaki topa.
kocaman göbekli bir adama benzemişti.
bir burnu kalmıştı havuç lazımdı.
camdan aşağıya atlayıp manava gitmek için montunu giydi.
o sırada camdan içeri uçarak bir kız girdi.
elinde bir havuç vardı. 
kardan adamın burnuna yerleştirdi.
çocuk şaşırmıştı.
kardan daha beyaz bir yüzü vardı kızın ama burnu havuç değildi.
sonra koca göbekli kardan adam canlandı.
ho ho ho diyerek geyiklerinin çektiği kızağa binip uzaklaştı.
çocuk kıza büyük bir çorap verdi.
noel geldiği zaman bunu şöminene asıp,
dilek dilersin dedi.
kız çorabı çocuğun kafasına geçirdi. 
sonra çocuğa gülümseyerek "noel baba beni çoktan ziyaret etti" dedi...
Bilgisayarım sanki bir müzik kutusu ve benimde günde 1 jetonum var sanki. En beğendiklerimden bir tanesini açıyorum ve bütün gün sadece o çalıyor. Akşama kadar hemde evet. Değiştirmeye de kıyamıyorum, üşeniyorum da biraz. Eskiden herhangi bir grubun bütün albümlerini listeler baştan aşağıya dinlerdim. Şimdi neden böyle o.O
Bir... Hayat olumlu olguları sevmeyendir.
İki... Yalancı insanlar beynimi sikti.
Üç... Bu aşk denen şey gerçekten çok güç.
Dört... Üşümesin diye kalbini şevkatle ört.
Beş... Aşksız hayat boş beleş.
Altı... İnanır mısın bilmiyorum ama aklım hala sende kaldı.
Yedi... Biliyorsun hiç dinlemedin beni.
Sekiz... Sürekli der dururdun "Biz Ruh İkiziyiz"
Dokuz... Pazar günü gelmeyin evde yokuz.
10... Canımı sıkıyor Ajdar Kon Kon...
11... Yeter a.q!
Teoman'ın 1 Kadın ve 1 Erkek şarkısının sözlerine gerçekten bayılıyorum. Ne kadar doğru değil mi? Çoğu bayan arkadaş erkeklerin duyarsızlığından yakınırlar ama acı çekme görevi sürekli erkeklerin sırtındadır çoğu zaman... Kadın gider erkek içer... İstisnaların kaideyi bozmadığını bir kez daha hatırlatarak söylemeliyim ki kadınlar acımasızdır. Aşık olursanız ve ona bunu fazlasıyla hissettirirseniz size acı çektirmek için elinden geleni yapar... Elinde kızgın demir olan bir adam düşün. Tamam tamam fazla abarttım. Ama yüreğimi yakan o kadım yüzünden mi bilmiyorum. Sizi de uyarmalıyım kadınlara fazla güvenmemelisiniz. Çünkü onlar her sorunda haklı çıkmayı başarırlar. Sizi aldatır karşınıza geçip bir konuşmaya başlar şaşırırsınız. Bir de üzerine ağlamaya başlarsa suçluluk hissedip özür dilersin. Yapar. Kadınlar ve Şeytan arasında ince bir çizgi var!

25 Şubat 2010 Perşembe

Hep yakınıyorum... Animasyona girmeden önce açtığım siyah sayfa modumu düşürüyor. Aklıma yeni ve farklı şeyler getirmeye çalışırken TRAK geliyor birden ve kalıveriyorum öyle! Ne koysam neyle doldursam nasıl yapsam derken kalakaldım şu an yine... Bitmedi gitti... Bitmedi.. Gitti!

22 Şubat 2010 Pazartesi


Ben saçının bir teline kıyamazken
Onlar seni hep kıracaklar
Ben rahatsız olma diye nefes almazken sen uyurken
Onlar en kötü kabuslarında volta atıyor olacaklar
Ben aşkın en güzel kelamlarını kurarken senin için
Onlar seni kanatacak ne varsa onları söyleyecekler
Ben kararmasın dünyan diye nöbet tutarken güneşin başında
Onlar tam karşısına geçip seni gölgede bırakacaklar
Ben düşme diye düşünmeden hiç birşeyi sımsıkı tutarken elini
Onlar korkularından arkalarına bakmadan kaçacaklar
Ben sorunlarını bile göğüslemeye hazırken
Onlar benim kadar güçlü olamayıp diz çökecekler
Ben seni senden habersiz deli gibi severken
Onlar gösteriş yapmayı seçecekler
Ve sen gerçek aşkın ne demek olduğunu anladığında
Çağrı yıllardır çıkmadığı odasında körelmiş olacak
Ona bunları yapmana rağmen hala deli gibi seviyorken seni
Tanrı neden sökmüyor seni kalbinden diye lanet ediyor olacak
O bunları yaparken sen düşünüyor olacaksın hala
Çünkü acaklar, ecekler hiç birzaman bitmeyecekler…


Herşeyi bildiğini sanma, bilmediğin çok şey var aslında…

İçimde o kadar büyük bir çığlıksın ki, dağlarda umarsızca uluyan kurtlara özenir oldum. Bir dolunay çıksa ve bağırsam istediğim kadar, kimsede dönüp yadırgamasa keşke. Bir yer bulmak istiyorum en yalnız kalacağım. Ve insanları düşünmeden paylaşabileceğim duygularımı. Ne dersin belki sende gelirsin. İnsanların düşüneceklerini umursamadan yaşarız birlikte…
Bana çok uzak olduğunun farkındayım. Dedim ya yanlış zamanda yanlış yerdeyiz. Sana söyleyemediğim duygularım artık damarlarımda gezinmekte. Bunlardan hiç haberin olmayacak. Ben senin için bestelerken şarkılarımı, sen orda bir yerde kendi kaderinle savaşıyor olacaksın. Filmlerle büyüyen bir nesle aşina olduğumdan, hep orda izlerdim bunları. Çocuk kıza aşıktır söyleyemez, ama kızda ona aşıkmış fark ettirmez. Filmin sonunda kavuşur ve yüzyılın aşkını yaşarlar. Nasıl çekildiklerini bildiğimden mi bilmiyorum ama pek inanmam ben filmlere. Hayatında yaşayamadıklarını filme aktarırlar diye düşünürüm hep senaristler hakkında. Gerçek olanını da görmedim aslında…
Sürekli yazasım ve söyleyesim var benim. Çıkıp bir tepeye dünyaya şarkılar söylemek istiyorum. Hiçbir şey için geç değil diyenlere inat çok geç olduğunu anlatan şarkılarım var benim. Notaları bile üzgün, bak onlarda aşk acısı çekiyorlar. Nasıl bir şey olduğunu da çözemedim aslında. Nerden gelip nereye gittiğini biliyorum sadece. Yaşadığın yer ve gezindiğin kaldırımlar ezberimde. Sana ulaşmanın bin bir çeşit yolunu da edinmişim. Ama ya tamamen kaybolursan diye tüm korkularım. İsmimin önüne sıfat koymadan benimle konuşman bile, hiç konuşmamandan daha iyi geliyor. Ama hep lanet ediyorum keşke başka yerde ve başka zamanda. Tanrı yazarken kaderlerimizi keşke kaysaydı eli ve sana çizseydi yolumu ya da seninkini bana. Günün birinde başarırsam bu denklemi çözmeyi önce dediğim o tepeye çıkacağım. Ve insanlardan özür dileyip şarkılar çalacağım. Sen yanımda oturup bana bakacaksın, bende şarabımdan bir yudum alacağım…
Bir adam varmış ceplerinde çok iyi dans ettirebildiği kelimeleri varmış. Bir de kadın varmış çok iyi dans edermiş ama kelimelerle işi olmazmış. Adam ne zaman karşılaşsalar dökermiş kelimelerini yere ve dans ettirirmiş, kadınsa kelimelerin bile utanacağı güzellikte dans edermiş. Uzun bir süre adam kadından kelimeler beklemiş, kadınsa adamdan bir dans. Ve beklentiler karşılanmayınca yine büyüleyici dansını yaparak uzaklaşmış kadın adamdan. Adam her bir topuk sesinde daha da yükseltmiş çığlığını... Sonra kendisine sevgiden bir ayna yaratmış. Karşısında bir süre dans etmiş... Ve kadının karşısına çıkmış son kez ve başlamış dansına... Kadınsa cebinden kelimeler çıkarıp atmış önüne adamın ve başlamış dans ettirmeye. Adam arkadan gelen müziğin Damien Rice olacağını düşünürken, kalın dudaklı bir zencinin çaldığı blues'u duymamış bile... O kadar büyülenmiş o kadar büyülenmiş ki kadına dönüp sormuş... " Biz ne zaman birlikte olacağız seninle?" kadın demiş " ayağıma basmadığın sürece"... Birlikte tangoya başlamışlar... 8 adım kadına doğru atmış adam kendi eksenine gelene kadar. Kadınsa ayaklarını kaçırmış adamdan. Şarkının bitişinde dizine yatırmış adam kadını "Seni Seviyorum" demiş fısıltıyla. Kadın doğrulmuş birden ve koşmuş topuklarını yere sertçe vura vura. Adam topuk seslerinden bir melodi yakalayıp başlamış mutluluktan dans etmeye. Bir kağıt kalem bulana kadar mırıldanmış yakaladığı şarkıyı. Ve eski bir kağıdın üzerine dökmüş notalarını. Kadın çıkagelmiş ardından. Kağıdı eline alarak sol anahtarı çizmiş başına. 4 vuruşluk notaları 8'e çevirmiş ve dönmüş adama " Müzik olmadan dans olamaz bravo sana. Ama ben mutlu şarkılar söyleyemem bunu sakın unutma. Sen öğretirsen çabalarım sanıyorum. Senin gibi olmaya hazırım burada" Sonra kendine gelmiş keman... Karşısındaki flavta'ya bakarak insan olabilmeyi geçirmiş içinden... Ona olan aşkını nasıl anlatabilir cansız bir beden. Nasıl çıkmasın aşk dolu bir şarkı, aşık bir kemanın tellerinden...
Uzun zamandır yazamıyordum garip bir hata vardı blogger girişinde... Şimdi düzelmiş çok mutlu oldum. Sağa Sola yazıp biriktirdiğim çok yazı var... Zaman buldukça tek tek yükleyeceğim... Çok mutluyum o.O
 

Copyright 2010 Absofuckinlutely....

Theme by WordpressCenter.com.
Blogger Template by Beta Templates.