25 Şubat 2010 Perşembe

Hep yakınıyorum... Animasyona girmeden önce açtığım siyah sayfa modumu düşürüyor. Aklıma yeni ve farklı şeyler getirmeye çalışırken TRAK geliyor birden ve kalıveriyorum öyle! Ne koysam neyle doldursam nasıl yapsam derken kalakaldım şu an yine... Bitmedi gitti... Bitmedi.. Gitti!

22 Şubat 2010 Pazartesi


Ben saçının bir teline kıyamazken
Onlar seni hep kıracaklar
Ben rahatsız olma diye nefes almazken sen uyurken
Onlar en kötü kabuslarında volta atıyor olacaklar
Ben aşkın en güzel kelamlarını kurarken senin için
Onlar seni kanatacak ne varsa onları söyleyecekler
Ben kararmasın dünyan diye nöbet tutarken güneşin başında
Onlar tam karşısına geçip seni gölgede bırakacaklar
Ben düşme diye düşünmeden hiç birşeyi sımsıkı tutarken elini
Onlar korkularından arkalarına bakmadan kaçacaklar
Ben sorunlarını bile göğüslemeye hazırken
Onlar benim kadar güçlü olamayıp diz çökecekler
Ben seni senden habersiz deli gibi severken
Onlar gösteriş yapmayı seçecekler
Ve sen gerçek aşkın ne demek olduğunu anladığında
Çağrı yıllardır çıkmadığı odasında körelmiş olacak
Ona bunları yapmana rağmen hala deli gibi seviyorken seni
Tanrı neden sökmüyor seni kalbinden diye lanet ediyor olacak
O bunları yaparken sen düşünüyor olacaksın hala
Çünkü acaklar, ecekler hiç birzaman bitmeyecekler…


Herşeyi bildiğini sanma, bilmediğin çok şey var aslında…

İçimde o kadar büyük bir çığlıksın ki, dağlarda umarsızca uluyan kurtlara özenir oldum. Bir dolunay çıksa ve bağırsam istediğim kadar, kimsede dönüp yadırgamasa keşke. Bir yer bulmak istiyorum en yalnız kalacağım. Ve insanları düşünmeden paylaşabileceğim duygularımı. Ne dersin belki sende gelirsin. İnsanların düşüneceklerini umursamadan yaşarız birlikte…
Bana çok uzak olduğunun farkındayım. Dedim ya yanlış zamanda yanlış yerdeyiz. Sana söyleyemediğim duygularım artık damarlarımda gezinmekte. Bunlardan hiç haberin olmayacak. Ben senin için bestelerken şarkılarımı, sen orda bir yerde kendi kaderinle savaşıyor olacaksın. Filmlerle büyüyen bir nesle aşina olduğumdan, hep orda izlerdim bunları. Çocuk kıza aşıktır söyleyemez, ama kızda ona aşıkmış fark ettirmez. Filmin sonunda kavuşur ve yüzyılın aşkını yaşarlar. Nasıl çekildiklerini bildiğimden mi bilmiyorum ama pek inanmam ben filmlere. Hayatında yaşayamadıklarını filme aktarırlar diye düşünürüm hep senaristler hakkında. Gerçek olanını da görmedim aslında…
Sürekli yazasım ve söyleyesim var benim. Çıkıp bir tepeye dünyaya şarkılar söylemek istiyorum. Hiçbir şey için geç değil diyenlere inat çok geç olduğunu anlatan şarkılarım var benim. Notaları bile üzgün, bak onlarda aşk acısı çekiyorlar. Nasıl bir şey olduğunu da çözemedim aslında. Nerden gelip nereye gittiğini biliyorum sadece. Yaşadığın yer ve gezindiğin kaldırımlar ezberimde. Sana ulaşmanın bin bir çeşit yolunu da edinmişim. Ama ya tamamen kaybolursan diye tüm korkularım. İsmimin önüne sıfat koymadan benimle konuşman bile, hiç konuşmamandan daha iyi geliyor. Ama hep lanet ediyorum keşke başka yerde ve başka zamanda. Tanrı yazarken kaderlerimizi keşke kaysaydı eli ve sana çizseydi yolumu ya da seninkini bana. Günün birinde başarırsam bu denklemi çözmeyi önce dediğim o tepeye çıkacağım. Ve insanlardan özür dileyip şarkılar çalacağım. Sen yanımda oturup bana bakacaksın, bende şarabımdan bir yudum alacağım…
Bir adam varmış ceplerinde çok iyi dans ettirebildiği kelimeleri varmış. Bir de kadın varmış çok iyi dans edermiş ama kelimelerle işi olmazmış. Adam ne zaman karşılaşsalar dökermiş kelimelerini yere ve dans ettirirmiş, kadınsa kelimelerin bile utanacağı güzellikte dans edermiş. Uzun bir süre adam kadından kelimeler beklemiş, kadınsa adamdan bir dans. Ve beklentiler karşılanmayınca yine büyüleyici dansını yaparak uzaklaşmış kadın adamdan. Adam her bir topuk sesinde daha da yükseltmiş çığlığını... Sonra kendisine sevgiden bir ayna yaratmış. Karşısında bir süre dans etmiş... Ve kadının karşısına çıkmış son kez ve başlamış dansına... Kadınsa cebinden kelimeler çıkarıp atmış önüne adamın ve başlamış dans ettirmeye. Adam arkadan gelen müziğin Damien Rice olacağını düşünürken, kalın dudaklı bir zencinin çaldığı blues'u duymamış bile... O kadar büyülenmiş o kadar büyülenmiş ki kadına dönüp sormuş... " Biz ne zaman birlikte olacağız seninle?" kadın demiş " ayağıma basmadığın sürece"... Birlikte tangoya başlamışlar... 8 adım kadına doğru atmış adam kendi eksenine gelene kadar. Kadınsa ayaklarını kaçırmış adamdan. Şarkının bitişinde dizine yatırmış adam kadını "Seni Seviyorum" demiş fısıltıyla. Kadın doğrulmuş birden ve koşmuş topuklarını yere sertçe vura vura. Adam topuk seslerinden bir melodi yakalayıp başlamış mutluluktan dans etmeye. Bir kağıt kalem bulana kadar mırıldanmış yakaladığı şarkıyı. Ve eski bir kağıdın üzerine dökmüş notalarını. Kadın çıkagelmiş ardından. Kağıdı eline alarak sol anahtarı çizmiş başına. 4 vuruşluk notaları 8'e çevirmiş ve dönmüş adama " Müzik olmadan dans olamaz bravo sana. Ama ben mutlu şarkılar söyleyemem bunu sakın unutma. Sen öğretirsen çabalarım sanıyorum. Senin gibi olmaya hazırım burada" Sonra kendine gelmiş keman... Karşısındaki flavta'ya bakarak insan olabilmeyi geçirmiş içinden... Ona olan aşkını nasıl anlatabilir cansız bir beden. Nasıl çıkmasın aşk dolu bir şarkı, aşık bir kemanın tellerinden...
Uzun zamandır yazamıyordum garip bir hata vardı blogger girişinde... Şimdi düzelmiş çok mutlu oldum. Sağa Sola yazıp biriktirdiğim çok yazı var... Zaman buldukça tek tek yükleyeceğim... Çok mutluyum o.O
 

Copyright 2010 Absofuckinlutely....

Theme by WordpressCenter.com.
Blogger Template by Beta Templates.