21 Ekim 2011 Cuma

Yeni hikayem Gusto ve Sebastian için burdan gidiyoruz >>>>> Gusto Efendi ve Sebastian

6 Mayıs 2011 Cuma

Yalan ve yalancılıktan bahsetmek istiyorum biraz. Yalanı kim söyler neden söyler? İnananlarsa salak mıdır yoksa inanmış gibi mi yaparlar?

Bu soruların cevapalrına geçmeden önce yalan ile ilgili bilimsel unsuralrdan bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi yalan söyleyen insanların fiziki hareketleri her zaman onları ele veriyor. Bu kanıtlanmış gerçeği kendi hayatınıza uygularsanız bunu göreceksiniz. Gözlerini kaçırma, burnunu kaşıma gibi eylermler yalan söyleyen kişinin davranışlarından en bastidir. İşin bütün bilimsel gerçeklerine girmeyeceğim çünkü anlatmak istediklerim farklı bu gün.

Uuzun zamandır yazamıyor, yazmıyorken neden yalan ile giriş yaptığımı ben de bilmiyorum. Ama insanların yalan yüzünden çok üzülüdüğüne şahit oldum bir kaç aydır. Hatta bizzat kendim bir çok yalan duymuşken şimdi vurucam konunun belkemiğine. Buyrun burdan yakın...

Yalan söyleyen biri sevdiğiniz bir kimseyse işler iyice karmaşıklaşıyor ister istemez. Yalanı anlıyorsunuz, ama kanıtınız olmadığından susuyorsunuz. Hatta gözünüzün içine baka baka size yalan söyleyen insanları kırmamak için "yemiş gibi" dediğimiz tabiri uyguluyor ve öyle yapıyorsunuz. Bu gün günde 10 cümle kuran insnların 9 cümlesi yalan kalan bir cümleside şaibeli ne yazıkki. Sevdiğiniz insanlardan bahsederken sevgili diye sınırlandırmıyorum. Bu çok sıkı bir dostunuz, ailenizden biri de olabilir. Size çatır çatır yalan söylüyor. Siz o yalanı alıyor göğsünüzde stop ediyorsunuz, ama kaleye yönelip gol atamıyorsunuz. Çünkü kırılmak kızmaktan daha şık durur derler ya. Karşınızdaki kızmıyor ama size kırılıyor. Bu gerçekten daha zor sevgili okur emin ol.

Yalancı çoban hikayesini bilirsiniz. Yalan söyleyen insanlar ömürleri boyunca inandırıcı olamazlar. Size sarılması bile yalandır, ve bunun farkındaysanız acıtır. Sevdiklerinize yalan söylemeyin, sevmediklerinize bini bin para olsun. Diyeceksiniz ki kardeşim sen hiç yalan söylemiyor musun? Evet ben yalan söylemiyorum çocuklar. Neden mi? Ben unutkan bir adamım. Çok çabuk unuturum. Yalan söylemek için unutkan olmamak gerekiyor ki, daha sonra hatırlayabilesin. Benim kafamda fosfor bitmiş ne yalanından bahsediyorsunuz. Şimdi şöyle bir dilek oluştu kafamda "keşke insanalrın hepsi unutkan olsa da yalancı olmasa"

Yazıyı sonlandırırken yalan söylemeyi görev idinmiş insanlara içimden değişik türlerde beddualar ediyorum. Bunu sizlerle paylaşmayacağım çünkü kızgınken çok çirkinleşirim. Adab-ı muaşeret kuralları çerçevesinde gideyim diyorum artık. Toplamda, yalan söylemeyin, çünkü yakalanıyorsunuz ve çok komik oluyorsunuz. Ben eğleniyorum bu durumla, bir çok yalanı yakaladım ama hepsini cebimde saklıyorum. Siz devam edin bazen eğlenmekte gerek. Hoşçakalınız, daha güzel konularda yazmak dileğiyle...

7 Şubat 2011 Pazartesi

http://yagmurdandolayi.blogspot.com/

13 Ocak 2011 Perşembe

"Radyo kafası gökkuşağının içinde çünkü Pablo Honey sadece bir çocuk. Bu kadar basit." dediğimde beni kimse anlamamıştı. Tom Yorke türkçe biliyor olsa beni ancak o anlayacaktı.


Çünkü Radiohead grubunun en sevdiğim "in rainbow", "a kid", "Pablo Honey" albümlerine gönderme yapıyordum sadece. Radiohead dinleyicisi,fanı her neyse işte ne olursa beni anlamayacaktı zaten. Bunu biliyordum.


Garip kafalar yaşadığım saniyeler çoğu zaman kendimi durdurdum. Yoksa yine böyle anlamsız bir çok cümle yazarak kendimde anlamsızlaşıp kaybolabilirdim. Kaybolmaktan korkuyor muyum? Sanırım biraz.


Sürekli göz önünde olmayı da sevmem. Kanalda koridorlarda gezerken yere bakarak yürüyen ve şarkı mırıldanan birini görürseniz o benim. Asla insanlara bakmayan, kendi kafasını yaşayan çocuğum ben selamlar :)


Bunu yapmayı seviyorum. İnsanların benim kafama ulaşamaması doğal. Sadece kız arkadaşım bunu yapabilir diye düşünüyorum ki bu ilk başta yazdığım cümleyi sadece o anlamıştı. 


Nasıl canım sıkılıyor ve nasıl saçmalayasım var daha fazla anlatamam. Ama anlatmayacağım elbette. Anlatırsam anlamı kalmıyor ki. Pamuk şekeri bulutu yeryüzüne vanilyalı milkshake yağdırırken, biz onun altında elma şekerlerimizin boylarını ölçüyoruz çünkü. Tabiat ana yarın ne yapsak diye bana soruyor. Ben de ona biraz cupcake iyi giderdi diyorum, televizyonda ertesi gün dolu yağdı diye galyana geliyor insanoğlu. Ben onları anlamıyorum onlarda beni. Mutlu mesut geçiniyoruz. Çünkü Dünya'daki hikayem bittiğinde biri beni başkasına anlatırsa, sonuna şunu eklesin diye kasıyorum. "Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar"

4 Ocak 2011 Salı

Artık seni özlemiyorum. Artık avuç içlerimiz bir daha birbirine değmese de olur aslında. O gitarının akoru her gün bozuk gitaristin şarkılarını dinlemesekte olur. Artık seni özlemiyorum. Galata kulesinden aşağıya bakıp insanlarla dalga geçip saatlerce onlara gülmesekte olur. Bizim sayemizde ailesinin en şişmanı olmuş martı... O da ölebilir artık yaşamasa da olur. Artık...Seni...Özlemiyorum... Çünkü yaradılışı defolu bir aşkın geri iadesini kabul eden bir yer buldum. Anılarım da artık küçük geliyor, giymiyorum.

2 Ocak 2011 Pazar

Erkek : Bu gök bu deniz bu güneş şahidim olsun ki nefes aldığım her saniye senin yanında olacağım...
Kadın : Aynı gök yine şahit olsun o halde sen istesende seni bırakmayacağım...
Erkek : Nefesin çernobil kokuyor, dudaklarında kanser olmak vardı...
Kadın : Siktir git lan! Sağdan soldan okuduklarını mı satıyorsun, kendin ol biraz...

Günaydın... Dün gece gördüğüm rüyada sanki rome-juliet'ten fırlamış gibi diyaloglar geçiriyordum kız arkadaşımla. Tamam sonu böyle olmadı ama çernobilli lafı bir yerde okumuştum. Gittim rüyada onu söyledim böyle bir şey var mı ya?

Sağda solda o kadar aşk üzerine yazılmış yazı okuyorum ki rüyalarımda bile onlar var. Özdemir Asaf, Cemal Süreyya, Atilla İlhan falan takip ettik yıllardır. Edebiyat derslerinde hoca bir şiir okusunda kendimize gelelim diye ağzının içine baktığımız yıllardan başladı bu şiir ve aforizma sevgisi. Şu sıralarda "çılgın msn nickleri" başlıkları açılmış forumları gülmek için tarıyorum. İnsanlar neler yazmışlar neler yapıyolar öyle inanılmaz...

Dün gece gördüğümü rüya değil kabus olarak adlandırabilirdim sırf bu yüzden ama içinde Yağmur var diye elim gitmedi kabus yazmaya. Bir sahil kenarındaydık ve ben uzaklara bakarak bir yandan da elimle işaret ederek bu gök bu deniz falan diyordum. O da hayran hayran bakıyordu. Ne zaman "nefesin çern..." dedim. İşte o zaman hava kapandı. Bulutlar falan çöktü. Sonra zıplayarak uyandım. Saat sabahın 8'iydi. Bi gece önceki alkolün ve 2 saat uyumuşluğun verdiği yorgunluktandır diye düşünüyorum. Ah çılgın msn nickleri, rüyamı mahvettin, beni benden aldınız hayvan herifler...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Her zaman klişelerin birbirini kovaladığı bir yeni yıl haftasına daha girdik. Teşbihte kusur var mı emin değilim ama eski yılın son haftası demeye gönlüm el vermedi. Şayet TWITTER kullanıcısı isen sen de benim gibi bıkmışsındır son hafta muabbetinden.

"Seneye görüşürüz" klasiğinden sonra artan teknoloji ile birlikte yeni türev "Son pazartesi, 2010'un son haftası, 2010'a 5 kala" gibi tweetler. Yeni bir yıla girmeyi bu kadar abartmak ne derece doğru bilemiyorum ama evet ben de yeniyıl gecesi deli gibi planı olan ve köpek gibi içecek olanlardan biriyim. Ama klişeleri bu yıl tekme tokat yardımı ile def etme kararım kesin.

Bilinen yeni yıl klasikleri kırmızı dondur, Migros'tan alınmış çam ağacı ve yine aynı yerden yılbaşı sepeti. Yılbaşı sepeti aslında benim en sevdiğimdi. İçinde viski olur, toblerone olur, mısır veya patates cipsi olur, bir iki bira carlsberg falan olur. Yani ayrı ayrı toparlamak yerine gidip bir migros ile yeniyıla hazırlanabilirsin. Ama dedim ya klişeleri def ediyorum bu yıl. Sepet yok. Ağaç yok. Don yok. Tombala zaten yok. Televizyon da dansöz izlemek yok. İbrahim Tatlıses ya da Ferhat Göçer'e katlanmak yok...

Dünya'nın Güneş etrafındaki tam bir tur dönüşünü bu kadar kutlamak, astrolojik açıdan bakıldığına komik ve saçma bir durum. "Ay hindi mi" diye iğrenip yılboyunca yemediğin hayvanın içine 31 Aralık gecesi pirinç tıkmanın luzumu ne dimi şimdi?
 

Copyright 2010 Absofuckinlutely....

Theme by WordpressCenter.com.
Blogger Template by Beta Templates.